Ben, Meçhul Öğrenci tanımlamasının içini dolduran ve tüm koşullarını yaşayan; Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi yönetimince “Potansiyel Suçlu” olarak tanımlanıp okulundan izole edilen, hiçleştirilen ve öğrenim hakkı yaklaşık 6 yıl süreyle elinden alınan, meçhule itilmiş biri olarak yazıyorum bu mektubu.
Girişte kısaca ifade ettiğim durum; üniversite öğrenim hayatıma başladığım günlerden itibaren devlet dersinden kalmış olmanın bedelini, soruşturularak, uzaklaştırılarak yani cezalandırılarak ödüyorum. Bu bedel, hukuk sisteminin işlerliğini, demokrasinin ileri adımlarını dillendirenlerin, özgürlüklerine ve insana dair başka bütün değerlere sahip çıkanlardan duyulan korkuyu açıklamaya yeterlidir sanırım. Vaziyetin vahametine karşın, bu olayı münferit diye nitelendirenler, nefret ve ikiyüzlülüklerinin bütün çıplaklığına rağmen, tek bir kelimeyle, vicdanlarından kurtulmanın en eski ve en kestirme yolunu kullananlardandırlar.
Evet, yalnız değilim; uzaklaştırılan bir tek ben değilim, sadece bu süreç içerisinde “bedel” ödeyenlerden biri olarak öğrenim hayatına devam edemeyenlerin bir örneğiyim...
Benimle beraber üniversitelerde yüzlerce hatta binlerce öğrenci, insanca bir yaşam adına savundukları değerlerden ötürü, üniversite engizisyonuna uğruyor. Bazı okullarda “milli duyguları güçlü, vatanını seven” okul idarecileri kolaylıkla kendilerine durumdan vazife çıkarabiliyor ve üniversiteleri, yaşam alanlarımızı birer ceza infaz kurumuna dönüştürüyorlar. ANKARA ÜNİVERSİTESİ DTCF, HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ BEYTEPE KAMPÜSÜ, İTÜ, İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ BEYAZIT KAMPÜSÜ bunun en açık örneklerini teşkil ediyorlar. Öğrencisi olduğum AÜ DTCF nam-ı diğer Dil Tarih’te tanığı ve mağduru olduğum “cadı avı” tadındaki soruşturma operasyonları üniversitelerde düşünce özgürlüğünün geldiği son noktayı gözler önüne seriyor. Kendi okulumdan yaklaşık 6 yıl süreyle uzak tutulmam için gösterilen gerekçelerin ve öne sürülen iddiaların komik ve gerçek dışı olması da durumun ağırlığını arttırıyor.
Sadece Dil Tarih’te öğrenciyseniz bile, soruşturma kağıdını uçak yapıp uçurmaktan tutun da, açılan soruşturmaların mesnetsiz ve sebepsizliğini kamuoyuna duyurmak için yapılmış olan “Eğitim hakkıma dokunma! DTCF Öğrencileri” adlı bir kampanyaya katılmak gibi birçok sebepten ötürü hakkınızda soruşturma açılabilir. Açılan bu soruşturmalar sonucunda da kaçınılmaz son olan aylarca sürecek uzaklaştırma cezasıyla karşılaşabilirsiniz. 11 dönem uzaklaştırma almama sebep olan olaylardan biri 7 Nisan 2010 tarihinde okulda ÖGB(özel güvenlik birimleri) ve sivil polislerin silahla dolaştığını bildikleri 3 sağ görüşlünün, silahlı saldırısına uğramamdır. Saldırıya uğrayan ben olmama rağmen açılan soruşturma sonucunda aldığım bir yarıyıllık uzaklaştırmayla öğrenim hakkımdan tekrar mahrum bırakıldım. Daha vahim olanıysa bana saldıranlardan sadece birine soruşturma açılmasıydı. Üstelik saldırganlardan biri, DTCF öğrencisi bile değldi ve “kovuşturmaya yer olmaması” gerekçesiyle serbest bırakılmıştı.
Okulun ve öğrencilerin güvenliğini sağlama amacı güttüğü iddia edilen, ancak asıl amacını belli edercesine öğrencileri kelimenin her anlamıyla taciz eden ÖGB, hakkımda aynı olaydan ikinci kez açılan soruşturmada savunma vermek için gittiğim halde beni okula almayarak uzaklaştırmamın uzamasına sebep oldu. Bu uzaklaştırmanın gerekçesi ise “savunmaya girmemem” di. Bedeli ise ikişer dönem olmak üzere dört yarıyıl uzaklaştırma cezası daha almak oldu.
Tacizci ÖGB’lerin, kampüsü kışlaya çeviren polislerin, öğrencilere asalak muamelesi yapan akademisyenlerin gözünde birer numaradan öteye geçemeyen bizler, karşı çıkıp reddettiğinde, sorgulayıp özne olduğunu hatırlattığında ya tehdit ediliyor ya saldırıya uğruyor ya da uzaklaştırma marifetiyle ortadan kaldırılanlar oluyoruz. Üzerinden zaman geçtikçe hesaplaşmanın imkansız hale getirildiği 80 darbesinin yaşayan en kuvvetli temsilcisidir YÖK. O ve onun hukuka tamamen aykırı olan yönetmeliğiyle akılları oyulan, karakterleri öğütülen, kimliği kurgulananlardan olmayı reddetmenin “suç”unu işlemekle başkalaştırılıyorum.
Kendisi olduğu için sorgulanan, dava açılan taciz edilip saldırıya uğrayan ben ve benim gibilerden bir de özür dilemesi bekleniyor. Kimseden kendisi olduğu için özür dilemesi beklenemez; ancak asıl korkunç olan özür beklemek değil özrün taşıdığı anlamda saklı olan gelenekçi akıldır. Yapışkan olan ve bu aklı belirleyen iktidarların niyeti, bir karşılık olarak affetmek değil, karşıtının psikolojik olarak sindirilmesinin verdiği güvenlik duygusuyla hastalıklı bir hazdan öteye geçemez. Ancak ben, ne affedilmenin ne de giriştiğim hukuk mücadelesinde “haklı çıkmanın” peşindeyim. Çok basit ve hilesiz bir temel ihtiyacın, hem düşünsel hem eylemsel hareketliliği sonucunda başıma gelenler, okula dönmek için giriştiğim “adalet” arayışının açıklaması değil, sebebidir. Bu mektubu yazmamın temel sebebi adalet ve özgürlük taleplerimin karşılığı olarak adliye koridorlarında, soruşturma odalarında suçlu olarak tanımlanmamdır. Kimsenin, vicdanının sesine kulak verdi diye başkalaştırılıp akranlarından ve hayallerinden uzaklaştırılabileceğine inanmıyorum. Şiddet, taciz ya da 30 yıllık çürük, kokuşmuş bir mevzuatla bugün ben ve benim gibilerin kişilikleri üstünden oynanan bu oyunları kamuoyuna bu mektup aracılığıyla duyurmak istedim. Bugün hala düşünce özgürlüğünün varlığı tartışılırken, vicdanlarımızın tehdit olarak sorgulanmasıyla bizleri içine çekmeye çalışan bataklığın karşısında en azından bu mektubu okuyarak destek olduğunuz için teşekkür ederim.
Paylaşımlarınızı sürekli takip ediyor ve çok beğeniyorum . Plastik çöp konteyner olarak paylaşımlarınızın devamını bekleriz .
YanıtlaSil